AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, başarılı bilim insanı ve özgün siyasi kimliğiyle hafızalarda iz bırakan Türkiye’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü, 6 Haziran 1926’da Ankara’da dünyaya geldi.
AA’nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamlayan İnönü, 1947’de Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik-Matematik Bölümünden mezun olduktan sonra ABD’ye giderek, California Teknoloji Enstitüsünde lisansüstü öğrenim gördü.
Yüksek lisans ve doktora derecelerini alan İnönü, teorik fizik alanında araştırmalar yaptı. Yurda döndükten sonra Ankara Üniversitesinde fizik asistanı olarak göreve başladı.
Askerlik görevini tamamladıktan sonra üniversite doçentlik sınavını veren İnönü, 1957-1960 yıllarında ABD’de “Atom Enerjisinden Yararlanma” programı içinde çeşitli üniversite ve enstitülerde araştırmalarda bulundu.
Erdal İnönü, 1964-1974 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ) fizik profesörü olarak çalıştı. Bu dönemde Teorik Fizik Bölümü Başkanlığı, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı ve Üniversite Rektörlüğü görevlerinde bulundu.
ODTÜ’den 1974’te İstanbul Boğaziçi Üniversitesine geçen İnönü, 1974-1983 yılları arasında fizik profesörlüğünün yanı sıra Temel Bilimler Fakültesi Dekanlığı yaptı.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun (TÜBİTAK) kuruluşuna katkıda bulunan İnönü, TÜBİTAK Temel Araştırmalar Enstitüsünün kurucu müdürlüğünü yürüttü. NATO Fen Komitesinde çalıştı ve UNESCO Yürütme Kurulunda görev aldı.
Fizik alanında Nobel’den sonraki en önemli ödül sayılan Wigner Madalyası’nı 2004’te almaya hak kazanan İnönü, bu ödülü Feza Gürsey’den sonra alan ikinci Türk bilim insanı oldu.
SODEP’in kurucu genel başkanı olarak siyasete adım attı
Erdal İnönü, 1983 yılında siyasete Sosyal Demokrasi Partisinin (SODEP) kurucu genel başkanlığıyla adım attı.
SODEP ile Halkçı Partinin birleşmesiyle kurulan Sosyaldemokrat Halkçı Partinin (SHP) ilk olağanüstü kurultayında genel başkanlığa seçilen İnönü, bu görevini 1993’e kadar sürdürdü.
İnönü liderliğindeki SHP, Anavatan Partisinin iktidarda bulunduğu 1989 yerel seçimlerinde oyların yüzde 28,7’sini alarak birinci parti konumuna yükseldi. SHP, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 67 il merkezindeki belediye başkanlıklarının 39’unu kazandı.
Türkiye’de Ekim 1991’de yapılan erken genel seçimlerde oyların yüzde 20’sini alan SHP, üçüncü parti oldu. Doğru Yol Partisiyle (DYP) kurulan koalisyon hükümeti, İnönü’nün hem başbakan yardımcılığı hem de devlet bakanlığı görevlerini üstlenmesini sağladı.
Demirel’e verdiği destek nedeniyle eleştirildi
SHP’nin 1992’deki 7. Olağanüstü Kurultayı’nda Deniz Baykal’ın liderliğindeki muhalefet başarılı olamadı. İnönü yeniden genel başkan seçildi.
Kurultay sonrası Baykal ve ekibi SHP’den ayrılarak, 12 Eylül 1980 darbesiyle kapatılan Cumhuriyet Halk Partisini (CHP) yeniden açtı.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1993’teki vefatının ardından Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığına seçilmesi sürecinde İnönü’nün Demirel’e verdiği destek kamuoyunda tartışmalara yol açtı.
Aynı yıl yaklaşık bir buçuk ay başbakanlığa vekalet eden İnönü, kısa süre sonra aktif siyasetten çekilme kararı aldı.
SHP ile CHP’nin 1995’te birleşmesinden sonra CHP’nin “Onursal Genel Başkanı” seçilen İnönü, DYP-CHP koalisyonunda başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı görevlerinde bulundu.
2001’de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın bazı uygulamalarına tepki göstererek partiden istifa etti. Aynı yıl aktif siyaseti bırakan İnönü, 31 Ekim 2007’de hayatını kaybetti.
“Siyasetin gülen yüzü” bilimin ışığında yetişti
Dayısı Erdal İnönü’yü AA muhabirine anlatan CHP’nin eski Ankara milletvekili ve İnönü Vakfı Başkan Yardımcısı Gülsün Bilgehan, çok okuyan, sorular soran, çok meraklı bir insan olan İnönü’nün, iyi bir bilim insanı ve siyasetçi olduğunu söyledi.

Babası İsmet İnönü’nün Pembe Köşk’teki geniş kütüphanesinin Erdal İnönü’nün yetişmesinde önemli bir yer tuttuğunu dile getiren Bilgehan, şunları kaydetti:
“Bu evde İsmet Paşa’nın 8 bine yakın kitabı var. Her dilden, her konuda inanılmaz büyük bir kaynak. O kütüphaneyi en çok ziyaret eden Erdal İnönü’ydü. Ne zaman bu eve gelse mutlaka kütüphaneye gider, kitap okurdu. Kendini her alanda çok iyi yetiştirmişti. Bu yüzden, bilim alanından sonra ihtiyaç duyulduğunda siyasete de davet ettikleri zaman tamamen hazırdı. Bilgisiyle, eğitimiyle bir dönem kendi üzerine düşen görevi yerine getirmeye çalıştı.”
“Siyaseti görev olarak gördü”
Bilgehan, Erdal İnönü’nün 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında yeniden demokrasiye geçiş döneminde siyasete davet edildiğini hatırlatarak, “Kendisi ‘Beni yönetenlerin benden daha az iyi olmalarını istemediğim için siyasete girdim.’ derdi. Çok kibar bir insandı, başka bir kelime bulmaz, ‘daha az’ derdi.” ifadelerini kullandı.
İnönü’nün siyasetin zorluklarına rağmen demokratik sürecin oturmasıyla koltuğunu isteyerek bıraktığını söyleyen Bilgehan, “Hem yurt içinde hem yurt dışında Erdal İnönü dendiğinde insanların yüzünde hep bir gülümseme belirirdi. Bundan daha güzel bir iz siyasette bırakılmaz,” diye konuştu.
Gülsün Bilgehan, dayısının bilimsel yönüne de dikkati çekerek, Erdal İnönü’nün Kaliforniya Teknoloji Üniversitesi’nde lisansüstü, Princeton Üniversitesi’nde ise öğretim üyeliği yaptığını, burada Nobel ödüllü fizikçi Eugene Wigner ile çalıştığını söyledi.
“‘İnönü-Wigner’ adıyla bir çalışmaları var. Bu çalışmadan dolayı 2004’te, ölümünden üç yıl önce Wigner Ödülü’nü kazandı. Neredeyse fiziğin Nobel’i sayılan bir ödüldür.” diyen Bilgehan, şöyle konuştu:
“Erdal İnönü Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde rektörlük yaptı, siyasetten ayrıldıktan sonra da Boğaziçi ve Sabancı üniversitelerinde araştırmalarına devam etti. Hayatının sonuna kadar bilimi bırakmadı. Hatta tedavi gördüğü dönemde bile deneysel bir tedaviyi kabul etti. Ölüm anında bile bilime hizmet ettiğini düşünüyordu.”
“Kurallara uymak onun için prensipti”
Dayısının hem tevazu hem de disipliniyle örnek olduğunu dile getiren Bilgehan, bir anısını da paylaştı:
“Bir hikayesi, anısı var benim de çok hoşuma giden. Bir yere gidiyorlar, hızlı gidiyor şoförü. Kendisi de ‘Yavaş, biraz yavaş git’ diye uyarıyor. Sonunda bir kırmızı ışıkta durunca kapıyı açıyor, çıkıyor. ‘Anlaşılan senin işin acele, ben çıkıyorum, taksiye bineceğim.’ diyor. Yani gideceği yere kurallara uyarak gitmeyi, fazla hızlı gitmemeyi tercih ederdi. Kendi makam aracını terk etti. Zaten genellikle kendi aracını kullanırdı.”
